ÇİN HOROZU HARİKA RESMİ
Kümes populasyonunu doruğa tırmandıran,
diğer horozları tepe takla eden,
gagalayarak adam öldürebilme kudretine
sahip, ufak tefek manyak bir horoz türü.
Muntazaman ters bakış atıp
korkutuyor insanı
Normal horozdan çok daha küçük,
paçalı diye tabir edilen paçalarda
tüyleri olan, hareketli bir horoz türü.
Sert görünümlü bir hoca
kapıda belirir. Sınıfa kızgın
bir bakış atıp kürsüye geçer.
Tahtaya bir (1) rakamı yazar.
-bakın bu kişiliktir.
Hayatta sahip olabileceğiniz
en değerli şey...
Sonra birin yanına bir de
(0) sıfır yazar.
- bu da başarıdır.
Başarılı bir kişilik biri on yapar.
Bir daha sıfır yazar.
- bu da tecrübedir. on iken
yüz olursunuz.
Sıfırlar boyle uzayıp gider.
- yetenek, disiplin, sevgi, tecrübe
eklenen her yeni sıfırın kişiliği
yani biri zenginleştirdiğini
anlatır hoca.
Sonra eline silgiyi alıp en
baştaki biri (1)'i siler.
geriye bir sürü sıfır kalır.
Ve hocanın yorumu:
-kişiliğiniz yoksa, öbürleri sıfırdır!
Seviyorum ben yazmayı. Takılıyorsun bir harfin, kelimenin, cümlenin peşine sokak sokak, kapı kapı dolaşıyorsun. Bazen dillere dolanıyorsun en güzel şarkılar gibi, bazen yüreklerde saklanıyorsun yitik sevdalar misali.
Uzaktan el sallıyorum yavan sevdaya yazdıkça. Ölümü görüyorum, sen oluyor, beni çağırıyor. Gittikçe büyüyor adımlarım ve ben koşar adım sana geliyorum.
Bazen, yüzünü göremediğim, sesini duyamadığım, elini tutamadığım, saçını öpüp okşayamadığım oluyorsun. Sevgi gibi, aşk gibi, özlem gibi…
Hadi, sen toprağa düşen çiğ damlası ol, ben çiğ damlasını bağrına basan toprak! Usul usul gir bedenime, dindir susuzluğumu. Kıt kanaat kandır beni sana!
Ahh, içtiğin her bardak suya karışan bir damla zehir olabilsem… Bulaşsam sana, kanına karışsam… Bedenindeki bütün hücrelere nüfuz etsem. Gözlerinde olsam, baktığın her yerde beni görsen, dilinde olsam, hep söylesen beni, nefes olsam içine çeksen beni. Parmağında mutluluk halkası olsam, baktıkça beni ansan, hep aklında olsam. Yüreğinde olsam. Hayatta kaldıkça seninle yaşasam.
Birbirini tamamlayan renklerden olsam, kırmızıyla karışıp turuncu olan sarı, maviyle karışıp yeşil olan sarı gibi. Bende seninle karışsam, hayatında bambaşka bir renk olsam?
Bazen de diyorum bir hediye kutusu olsam, kırmızı kurdeleyle sarılmış. Ama küçük bir kutu! Küçük ya, içine pek büyük bir şey sığmaz. Küçük ama şirin. Sana versem, hediye etsem yüreğimi?
Katık olsan yalnızlığıma
Işık olsan karanlığıma
Renk olsan hayatıma
Her günümde, her saatimde, her anımda
Bir parça sen olsan
Daha da çoğalsan
Artırabilsem seni, biriktirebilsem
Özlediğimde, istediğimde kullanabilsem
Ya da tüm benliğimi sarsan
Senin bir parçan olsam
Olmadı mı?
Peki;
Küçülüp ufalsam, erisem
Parça parça yok olsam, azalsam
Sol tarafımdan bir parça artsa
Sana kalsam?
Kapıyı çalsam diyorum bir gün. Elimde ceketim, içimde sana verebileceklerim. Gelsem diyorum, ne dersin?
Bazende, daha iyi kalkmak toparlanmak, eskisinden daha diri olmamaktır ruh için.Elbet beden düşecek toprağa tıpkı bir yaprak gibi.
Bir kıvılcım gibi söner bedenler.Elbet bedenler toprak olur.
Ya düşen yürekse ve ruhumuzsa ne olur?
Yaşamın pırıltılarında esir ettiğimiz sımsıkı tutamadığımız yüreğim ne olur,ah yürekler ne olur?
Tutabilmek hayatı ve tutunabilmek biryerlere,birşeylerin ucunda olsa... Sımsıkı tut yüreğini ki tutundum diyebildiğin birşeyin olsun. Her insanın en çok aşina olduğu kadar bir o kadar uzak olduğu menzil değilmidir yüreğimiz ?
Ne kadar ara verirse versin insan. birşeye ara vermemeli yüreğine onu hep sıkıca tutmalı ve tutunacak bir yer bir liman aradığında içinde bulmalı onu,
coşturmalı değil mi çağlayanları?
Açtırmalı tüm lalelezarları yüreğinde.
Sıkı tut yüreğini hem de sımkısı kaçmasın .
Niye sıkılıyoruz ki ?
Neden hezeyanlar neden yüreğimizde med-cezirler ?
Galiba tutamıyoruz/tutunamıyoruz, hiç bitmiyor yürek fırtınasıda ondan.
Ne ümitler saklıyorum içimde ve de son nefese kadar saklayacağım ben.
Ümit o ki; hiçbir çile ve zorluk ruhu yıpratmasın, yolundan alıkoymasın.
Bedenimiz elbet eskir, pörsür. ya ümitlerimiz hayallerimiz ve tabi ki sıkı sıkı sardığımız, sarıldığımız yüreğimiz?
Sıkı tut yüreğini;
Çık onunla çimenler üzerine.
Katıl sende hayallerindeki mavi turlara
Savaş Don-Kişotlar gibi yeldeğirmenleriyle
Dal seyrine sevgilinin gözlerinde maviyle tüllenen enginlere...
Koş işte yüreğinle tut ellerinden, yürüt onu çocuklar gibi...
Seherlerle uyan, yalvar Allah``a en güzel esmalarla ve içten dualarla.
ilahi mesajlarla açılsın kalp barajların.
Potansiyele dönüşsün içindeki tutkuların, arzuların...
Dostlarla ol,dost ol herkese ve herşeye. Sevgiliyle ve en sevgiliyle muhabbetler et. Yüreğinin çare-i yeganesine hem dem ol.
Mideni düşündüğün kadar onu da düşün, besle büyüt en lahuti manalarla.
Yorgunluk ,dermansızlık belirir çok zaman.Düşünemez insan, farkedemez neyi kaybettiğini ve kaybederken neleri yitirdiğini...
Ruhu sıkı tutmalı ki, düşmesin!
Mühim olan o çünkü...
Ve bir papatyanın düşen yaprakları sana ;
düştüm,düşmedim der gibi :
Ben seni tutuyorum düşmeyesin diye, sönmez ümitler dolduruyorum içine…
Pörsümez sevinçler, dipdiri hayallerle...
Nede olsa benim yüreğimsin yine de söküp atamam seni!
Sıkıca tutarım düşürmem seni bir daha söz...
Biliyorsun ben sensiz asla yapamam.
İyi kalpli, yalnız bir adam, bir gün bir koza bulur.
Kozanın içinde küçük bir tırtıl vardır.
Adam çok sever bu tırtılı, onunla tüm yalnızlığını, tüm sevgisini paylaşır.
Gel zaman git zaman tırtıl büyür, güzel bir kelebek olur.
Adam, kelebeğine hayran... bırakamaz bir türlü...
Aslında kelebeğin aklında dağlar, kırlar, çiçekler vardır da; kıyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalnız bırakamaz onu...
Üç günlük ömrünü sevildiği ve sevdiği yerde geçirmeye hazırdır...
Ama adam bilir ki;
"Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ...
Kelebeğine son kez bakar ve onu salıverir özgürlüğüne, kırlarına, çiçeklerine doğru...
Kelebek mutlu olmasına mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek yaprağı adamın avucunun sıcaklığını andırmaz...
Aklında adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolaşır saatlerce...
Adam bir kelebege sevdalı, bakıp durur boşluğuna.
Kelebekse hala konacak sıcak bir avuç aramakta...
Böylece kelebek sunu anlar:
BAZEN AİT OLDUĞUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BİR AVUÇTUR BİLİRİZ AMA O YERİN BIZE AİT OLMA İHTİMALİ BİR HİÇTIR ... Böylece adam şunu anlar:
HİÇ BİR SEVDAYI YALNIZCA SEVGİYLE YAŞATAMAZSINIZ ...
O günden sonra kelebek, adama duyduğu özlemi gömecek bir dağ aramaya başlar, ama gücü tükenene dek arayıp ta bulamayınca anlar ki;
HİÇ BIR DAĞ BİR ÖZLEMİ GÖMEBİLECEGİNİZ KADAR BÜYÜK DEĞİLDİR ...
Adamsa sevdasını koyar sımsıcak avuçlarına; kelebeğin yerine...
Sevgili dostum; Herkes bir Şeyler yaşar; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış...
Yaşadıklarından bir çıkarım yaparak hayatına bir yol verir;
ayni zamanda düsüncelerine de...
Bırak SEVGİ seni bulsun...
Evlilik Neye Benzer???
Ünlü sosyolog AyferMonolog
araştırdı...
Evlilik "SAKIZ"a benzer. Çiğnemesini bilirsen iyi ve faydalı...Çiğnemesini bilmezsen can sıkıcı ve sinir bozucudur.
Neden başka birşeye değil de sakıza benzer?
1.. Çünkü sakız ne kadar faydalı ve eğlenceli olursa olsun gerekli değildir. Çiğnemesen de olur.
2.. Sakız ilk zamanlar ağıza ferahlık verir hoş olur ama zamanla çürür ve tadı acılaşır.
3. Çürüyen sakız yapışkandır. Bulaştığı yerden temizlemek, ondan kurtulmak çok zor, bazen imkansızdır.
4. Sakızın ağızda bıraktığı tadı sadece çiğneyen bilir. Tatlı mı yoksa acı mı oldugunu başka kimse bilemez. Onlar sadece senin sakız çiğnediğini bilirler o kadar.
5. Sakız çene kemiklerini güçlendirir. Evlilik de öyle...
Sürekli tartışma ve bağrışma zamanla çiftlerin güçlü birer çene kemiğine sahip olmasını sağlar.
6. Sakız çiğnerken başka birşey yiyemezsin yoksa sakız bozulur...
7. Sakızın kağıdını açıp fıkra veya falı okudugunuzda çok eğlendirir gülersiniz. Ama bu çok kısa sürer. Evllilikteki balayına benzer.
8. Çam sakızı ya da hakiki damla sakızları vardır. Kolay kolay çürümezler çiğnendigi sürece zevk verirler. İşte bu da aşk evliliği denen olaydır.
9. Sakız; sigarayı bırakmak ve abur-cubur yememek için tercih edilir.
10 . Sakız çiğneme olayının gerçeklesmesi için ezmek ve çiğnemek gerekir.
Evlilikte de kim dişliyse o ezer.
Sakız tokluk hissi verir.
Karnın aç olsa da kendini tok hissedersin.
SENİN İÇİN
Bilmediğim ve sakladığım yaşamıma.
Şimdilerde yoğunluğumu süsleyen gözyasları, tamamen sahipsizliğin şaşırtıcı mırıldanışı. Ve bilinmeyene doğru yolculuk ederken, aslında en bilinmiyen olan sen, yine yanıbaşımda değilsin yine kaçaksın. Sürülmüslüğünü yaşıyorken son haddinde, karşıdan bakan bir çift gözün ayıplaması bile kendine getirmiyor beni.
Buna rağmen sessizliğimi bozan sensizlik, yine bir tabu gibi karşımda işte. Sadece bir telefon mırıltısında sakladığım sen, herşeyi almamış gibi bunuda alıyorsun. Sessizliğimin uçurumunda kurtulmak icin cebelleşirken, sensizliğin uçurumundayım şimdi. Ve gariptir,kurtulmak istemiyorum bu uçurumdan tutunmak istiyorum sıkıca. Anlamsız gözlerin eşlik ettiği bu ürkütücü yolculuk, aslında bitmeyecek bir iskencenin başlaması. İskencenin başladığı yerde biten hatıra kalıntısının izleri saklı artık. Kalıntıların arasında, bukalıntıdan daha büyük bir harabe var, ne sen görüyorsun bunu nede ben.
Tüm direnişine rağmen salt gerçek olan sen bile sanal dünyasının çekiçiliğine kapılmakta gecikmiyorsun ve susuyorsun. Susmak bir tepkidir diyorsun belki ve tepki gösteriyorsun yazılanlara ve yazılacaklara.Tepkin korkutmuyor, yıldırmıyor gözlerimi. İçimi acıtıyorsada, anlamıyor bu acıyı ve inkar ediyorum, tıpkı bana yaptığın gibi. Bilmiyorsunki yarattığın her duygu hapsediyor seni. Ve bu korkutuyor beni sessiz kalışın kadar. Ben seni beklemenin cesaretini topluyorken, benden kendini alan sen, rahatlığını yaşıyorsun çırpınışımın. Dökülen birkaç damla yaşın eşliğinde seni uğurluyorum bu gece, ve ben geri gelmeni beklemek üzere ayrılıyorum bu limanadan. Uğurlar olsun.
İnsanlar sahte gözleriyle değistirdiler sevgi dolu bakışlarını ve bu bir salgın hastalık gibi yayıldı. Ve sen, tüm direnişine rağmen bu tuzağa düştün zaman zaman. Ama en azından, güzel gözleriyle sahte bakanlardan değildin. Belki ben, sadece -üşüyorum- demendeki güzelliği keşfetmekle yetiniyordum, belki bunu bile beceremiyorum. Çünki sen kaf dağının arkasındasın sanki ve bazen bu ulaşılmazlığın bir adım önüne geçiyorsun
Bazen sende yeniliyorsun tüm kısıtlamalarına ragmen. Kendine engel olamamanın tadıdını aldınmı sen hiç....Ben ise, tüm bu kalabalığın ortasında yalnız kalma savaşı veriyorum ve bu savaşla birlikte engel olamamanın tadını çıkartıyorum. Ve bunu en iyi sen biliyorsun.
Sen, sessiz ve sakin bir sokağın kaldırımlarındaki ayak sesleri gibisin. Geliyorsun üstüme üstüme ama göremiyorum seni. Biz, bir gezgin edasıyla senin iç dünyana yolculuğa çıkarken, sen bu yolculuğa kayıtsız kalıyorsun. Ve ben kendimi bile keşfetmemişken, seni keşfetmeye çalışmanın utancını duymuyorum. Ben yaşanılan karanlığın tam ortasındayım.
Seni görüyorum, alışveriş merkezinde, evimde otobüste hemen karışmda, sen yokluğu temsil ediyorsun uzun zamandır, çünki var olmanı yaşatmadın hiç. Yanında bile. Ve yokluğunla olmak, kırmadı üzmedi beni. Çünki yokluğun uysaldı, acıtmıyordu ve en önemlisi sorgulamıyordu beni. Halbuki varlığını hissettim hep ama yaşamadı. Sırf bu yüzden daha çok sarıldım yokluğuna. Sanırım başka çaremde yoktu. Belki varlığın hiç olmayacaktı yanımda ama yokluğun hep benimle kalacaktı biliyorum.
Sen belki kayıtsızlığımla sorgulayacaksın belki beni. Oysa biliyorsun, sen sorgulanmayı sevmiyorsun, bunu kendin bile yapsan .Ve beni daha kolay sorgulayacaksın sırf bu yüzden.
Bazen tün çıktıların ortasında olmaktan korkuyorum. Ama herşeye rağmen güzel, kovalamak yokluğunu ve kaçmak saçmalıklardan.
Seni uğurlayıpda,dönüp arkama baktığım ve göremedigim bir çift güzel göz gibi sakladım seni ben ta içerlerde. Halbuki sen sadece bunu istiyordun, fazlasını değil. Oysa fazlasını isteyen hep ben olmamış mıydım?....Çünki ben baş kaldırıyordun eksikliğine ve eksikliğime. Ve sen eksiklerim arasında en büyük eksikliksin aslında.
Bulunduğum bu hücrenin demir parmaklıkları her an üzerime geliyorken, hücreme doğan her bir ışık parçasıada duyuyoyorum seni. Nefes almak güçleşirken hasretinden, sen hala susuyorsun ve izliyorsun sadece.
Hani hep kaybettikten sonra anlarız ya bişeylerin kiymetini, belki bu seferde böyle olacak, belki şaşırtacaksın beni. Sakladığın her anı gibi duyguların ve beklentilerin kadar ulaşılmaz görünsede, aslında yanı başında olup bitiyor herşey.
Yaşadığım kırgınlığın tek nedeni olan sen bile , benim sende bulabildiklerimi tanımlamamı bekleme benden. Çünki ben bulabildiklerimi kaybetmeme savaşı veriyorum şu sıralar.
Geceleri birkaç saatlik uykuyu bile çok görürken bana, senden seni istemenin imkansızlığını görür gibiyim. Birkaç damla umudun içide olmama ragmen, seni inkar edebilme cesareti bulamıyorum kendimde. Sen tüm bunlara güvenerek ıspatlıyorsun çaresizliğimi.
Evet şimdilerde özlüyorum seni. Ve içimi acıtan bu özlemden vazgecemiyorum bir türlü... DÜSÜNÜYORUMDA SENİ ÖZLEMENİN TADINI ÇIKARIYORUM GALiBA.
iHTiMALLER ÜZERiNDE YAŞATIYORUM SENİ. Gördüğüm bir sonbahar resmi kadar kutsal olan sen, ihtimaller arasından gecelemek için savaşıyorsun kendinle. Belki davayı kaybeden bir gelinin sancılı bekleyişi ve şaşkınlığını yaşatıyorsun bana, belkide ben yaşanılan sahteliklerin arasında dürüst ışıltılar yakaladım sende. GÖZLERINDEKİ PARILTI önemsiz gibi görünen en önemli unutulmıyandı.
Sen uzağımsın benim hiç bir zaman yanaşamadığım. Şimdilerde akrep ve yelkovanın birlikteliğini bile kıskanmaktayım. Çaresizliğimin en önemli kanıtı sence bu.
Ben ise yeni bir güne başlamanın heyecanını duymuyorum artık. Çünki seni yaşadığım her gün, arkasında yeni acılar bırakip çekip gidiyor. Ve sen bu çekip gitmeleri sevdiriyorsun bana. Çekip gidenlerin yüreksizliğini hissediyorken yüreğimde keşke diyorum keşke aynı yüreksizliği bende gösterebilsem...
Bir gün yazdığım her kelimenin haykırışını göreceksin. Bir lokomatifin peşinden takılan vagonlar gibi sürükleniyorum ardından. Ve bu sürükleniş beni değil seni ödüllendiriyor.
SEN OLDUĞUN GİBİ KAL HİÇ DEĞİŞME BİR EL SALLARSIN YETER HAREKET VAKTİ GELİNCE
NEYI YAŞATTIĞINI ANLAMIYORUM BAZEN YADA NEYİ YAŞADIĞIMI SANA DUYDUĞUM ÖFKEYİ SAKLIYAMIYORUM BİR TÜRLÜ VE KABULLENİYORUM YAŞADIĞIM GÜNÜ
Bu gece sana ulaşabiıseydim neler söylerdim bilmiyorum ama yaralı bir günün içimi kaynatan yanını anlatırdım belkide. Yinede üşüyorum sebepsiz yere. İçimdeki öfkenin tek nedeni sana bile görünmeyen sefil sevdam, kimbilir nerelerde sürtüyor.
Yazdığım her satırda hasretinle kucaklaşırken, sen bu kucaklaşmanın devamı için elinden geleni yapıyorsun. Ben çok fazla iyimserim belki, belkide kendimi kandırıryorum. Ve kendime söylediğim her yalanın hesabını soruyorum sanki.
Hak edilen kaderi yaşatmıyorsun, daha kötüsü yaşamıyorsunda. Yüzüne baktığım her anı kazıyorum yüreğime. Senin bir çift gözünle görüyorum kendimi çekiniyorum korkuyorum o anda. Çünki korku çok evcil bir acı veriyor bana Yaşanılan her evcil acının ardından gelen hüzün yine seni yaşatıyor bende.
Hüznün beyazlattığı bu yürek senin sancını yasıyor. Ve sen çekiliyorsun bir kenara ve izliyorsun. Oysa ben elini uzatmanı bekliyorum hiçbir acıyı umursamadan. Halbuki sen ölümüm oluyorsun her nefes alışımda, ve ben korkuyorum seni kaybetmekten.
SEN BENİM İÇİN KIRK YILDA BİR GİBİSİN, ÖYLE EKSİK, ÖYLE HAZİN, ÖYLE PARAMPARÇA.......
Ücretsiz bir bilettir tebessüm Kolay değil belki, ama imkansızda değil. Hangi küskünlük bitmemiş, hangi dostluk başlamış ha !
Yüreğin senin elinde dostum. İnsanları değiştiremezsin, ancak onlara olan düşüncelerini değiştirebilirsin.
Herkesi olduğu gibi kabul et, sen de olması gerektiğince ol. İnancının
kazanmasını , ondan uzaklaşarak elde etme saçmalığından kurtul.
Hatırla,
İYİLİĞİN HALLEDEMEDİĞİNİ KÖTÜLÜK HİÇ HALLEDEMEZ Kİ. . Yüreğine de kaydet bunu.
ÜCRETSİZ BİLETTİR TEBESSÜM YÜREK YOLCULUĞUNDA. .
Sevgiye davet çıkar sen de hadi. Kanaat getir, olumsuzlukları eriteceğine.
Geçmişe üzülme. Yaptığın hatalardan ders aldıysan, mutlu edebildiysen eğer; bugünü bugünle yaşa. Fakat biraz dur.
Hayatına deneyimler eklemen için şart değil yanlışlardan geçmen.
Başkalarının edindikleri doğruları yerleştir zihnine.
Ölümün ne zaman
geleceğini bilmediğinden, yolu uzatıp kaderini zorlama. Güzellikleri de bizzat kendin uygula.
Savrulma sakın. Bak BATSA DA GÜNEŞ, BIKMAMIŞTIR DOĞMAKTAN. SONUNDA TOPRAK
OLSA DA CANLI, YORULMAMIŞTIR NEFES ALMAKTAN.
Dostum, bedelsiz değildir ki mutluluklar unutma.
“O bedellerle olmanın
neresi zarar” de, yorulma. Dertlere de yenilme hiç, galiptir iyilikler sen ilerledikçe.
Sonra benim varlığıyla mutluluk duyduğum güzel dostum. Bir martının yanında yer al.
Gökyüzü meskenin olsun senin de. Kat kendini maviye, hayran
bakışları çek üzerine. Özgürlüğü uçuşlarınla anlat.
Hem , kırık olsaydı kanadın ne önemi kalırdı ki genişliği dünyanın.
Kaldır başını ve eğilme, sakın güçsüzce.Dipsizse de karanlık, dal içeri...
Öyle bir dal ki; sen değil o korksun.. “
Ne çıkar” deme, bir nur da senden olsun.
GÜLÜMSE...
Fakat cenneti kazanmışçasına değil, doğduğun güzel fıtrat için...
GÜLÜMSE....
O’nun ümmetlerinden biri olarak yaşadığın için...
GÜLÜMSE...
Duyduğun ezan sesi, kıblen KABE olduğu için..
GÜLÜMSE...
Öldüğünde Azrail’le buluşup, RABB’ ine kavuşacağın an için.
HİÇ DEĞİLSE TATLI İNSAN, RAZI OLDUĞUN
ALLAH ’ın rızası için gülümser misin?
Anonim
Kaç(a)mamak Bazen bilirsiniz geri dönemeyeceğinizi; daha o ilk anda derinden gelen bir ezginin sesini duyarsınız… Cılız bir ses fısıldar kulağınıza, ‘kaç’ der, ‘şimdi kaç, yoksa bir daha kurtulamayacaksın!’.
Ama yakalanmışsınızdır bir defa, kurtulamazsınız; içerdeki sesin hükmünü bile o zaman dışarıdan gelen bir başka sesin hakimiyeti sarar, ruhunuzun topraklarını…
Bazen geri dönemezsiniz… Kalakalırsınız durmamanız gereken o yerde; aşkla, hasretle, inançla, arzuyla ya da nefretle; intikam ya da onaylanmayacak olan bir dokunuş uğruna… İçinizde hep o söyleyemediğiniz, dilinizden dökülemeyen birkaç kelime dolanır durur. Dudaklarınızdan kurtulduğunda bir kapı açılacağına inanır, yaşanmazlıklara hüküm giymiş yaşayamadıklarınızın özgür kalacağına inanırsınız.
Bir harf eksik kalmıştır, adam asmaca oyununda darağacında sallanan sizsinizdir. Ayaklarınız yaşamayı umduklarınızdan değil, yaşayamadıklarınızdan dolayı yerden kesilmiştir. Bulutların üzerindesinizdir, ruhunuz her yerdedir; kalbiniz ise bir yerde… Toprağa gömmüşsünüzdür kalbinizi. Alev alev yangınınızı kapatmıştır toprak, küllendirmiştir, dumanını da göstermez.
Birlikte yürümeye adamışsınızdır ya kendinizi, refakatçiniz götürecektir sizi mutluluğa. Güvenmişsiniz, inanmışsınız, sözünü namus saymışsınız. Gözü kapalı takılmışsınız peşine. Kırılgan bir zeminde o hep ayakta kalabileceği, yürümeye devam edebileceği yerlere adım atarken, siz kaygan, kırılgan zeminde içinizde sevgi, yüzünüzde endişeyle ilerlemeye çalışırsınız. Ve siz bu yolculuktan bile aslında zevk alırsınız. El ele olduğunuz için.
Hep kalanlar acı izler değildir ya… Bazen yaşanmış güzel bir günün de izini silmek ister mi insan acaba? Hatırlamamak için… Anımsayıp içini parçalarken gözü dolmasın, yanaklarından yaşlar süzülmemesi için… O günün, o anın tekrar yaşanamayacağını bilip, bilip anımsamamak için, o izi silmek için ne gerekir? Bir sigara, alkol, kadın… Ne?
Bazen bilirdik kaçmamız, kurtulmamız gerektiğini… Kalakalırdık aşkla ve bir daha kurtulamazdık ‘sonsuza kadar’ kalıbıyla süslenmiş bir umutla….
Bir yol olsa yürüyebileceğim, taşlı da olsa dikenli de olsa fark etmez. Yeter ki ucunda bir ışık göreyim. Sadece kendi adıma değil. O ışık benimle birlikte çevremdeki insanların da dünyasını aydınlatacaksa eğer...
Bi’ yer var mı bildiğin her geçen gün cebimde sana söylenecek kelimeler biriktirebileceğim? Olmasan da seninle birlikte yaşayabileceğim? Dokunurken tenine, gözlerine baktığımda içindeki mutluluğu görebileceğim? Çağlayacağın, içindeki mutluluğu içime akıtacağın, seline beni de katacağın? Saatlerin olmadığı, dakikaların sayılmadığı, ayrılıkların kaale bile alınmadığı… Sonbaharın geldiğini yaprakların dökülmesinden değil de kokusundan anlayacağım. Tüm dünyaya duygularımı haykıracağım ama duyuramayacağım? Bi yer var mı bildiğin?
Allah insanı açlıkla terbiye etmesin derler, öyle. Allah insanı yakın hissettiği, yanında istediği insandan da mahrum etmesin. Sevgisizlik, sadakatsizlik, mutsuzluk açlığından esirgesin İyi bir şey değil.
Nereden mi biliyorum? Alınamayacak bir kalenin önüne düştüm de oradan biliyorum. Topçularım, okçularım, süvarilerim, piyadelerim, tüm hücrelerim. Allah Allah nidasıyla saldırırken ben atılan bir okla, bir mermiyle değil, o güzel dilinden dökülen tek sözcükle yere seriliyorum. ‘Sana aşık olabilirdim’.
Hayatımda etkilendiğim, hem de kısa sürede kendime yakın hissettiğim, samimiyetine güvenip, içimdekileri önüne serdiğim nadide insanlardansın. O kale düşmeyecekti aslında, farkındaydım, ben de istemedim desem yalan olmaz. Korkuyorum, ürküyorum. Bazen diyorum veririm ben karşımdakine istediği her şeyi. Ama kalınca yalnız, kandırma kendini diyorum. Neyin var da neyini vereceksin. İki tatlı söze kadın (!) mı doyar?
İşte, ben bugüne kadar bulamadım. Ya bir de üstüne üstlük aklıma, peşime seni taktım. Alacağım başımı gideceğim; hoş nereye gideceğim onu da bilemiyorum ya. Sadece sen değil, içimdeki o açlığı azdıran, beni böyle karasızlıkların ortasında bırakan şeytan da takılacak peşime. Orada da huzursuz edecek, rahatsız edecek beni. Biliyorum, üç gün rahat dursa, dördüncü gün yine kanıma girecek. Başımı derde sokacak.
Allah aşkına, bi yer var mı bildiğin… Beni gömsen, saklasan, ne şeytan bulsa ne de bir başkası… Hııı??